Bu sene bir karar verdim ve üniversite sınavına yeniden girmeye, bir okul daha okumaya inandırdım kendimi. Malumunuz dün de sınav vardı. Hani şu seksen olayla aynı zamana denk gelen, trafiğin felç olduğu gün vs…
Peki ama 25 yaşında üniversite sınavına girince ne oluyordu? Hayatımın en rahat, en sorumsuz, en sıkıcı sınavıydı sanırım. Son 1 saati tavana bakarak, etrafı seyrederek ve uyuyarak geçirdim. Öyle hızlı, öyle deneyimliydim.
İçeri girerken ailesine korkak gözlerle el sallayanlar, sınıfa gelip kitapçığın açılmasına izin verilmeden gizlice sorulara bakanlar, bildikleri tüm duaları okuyanlar ve bahçede elinde dua kitabı ile kendinden geçen veliler…
Bir gelecek kaygısı ne de şaşkına çeviriyor insanları.
Peki ama tüm bunlar olurken ben ne yapıyordum o arada? Sadece gülümsedim. Bundan 7 yıl öncesi geldi aklıma. Heyecandan titreyen bacaklarım, çıt sesinden etkilenen dikkatim ve aynı şekilde ettiğim dualar…
O kadar küçük ve masum ki hepsi…7 yıl öncem gibi… Acaba üniversite mi katılaştırıyor insanı yoksa iş hayatı mı çözümleyemedim o anda.
Neyse; sınav kuralları ve şaşkınlıklarıma gelelim biraz da. Bir kere en ilginci yanımızda sudan başka bi şey götüremiyor olmamızdı. Su da illa şeffaf bir şişede ve üzerindeki ambalajı çıkarılmış halde olacak hee.
Kalemmiş, silgiymiş, sümükleriniz için peçeteymiş hatta okunmuş şeker bile hepsi masanızda hazır bir şekilde selamlıyor sizi. Pek bir afilli ve düzenli halde kutulanmışlar. Kalemlerin üzerinde de “emeğiniz, emanetimizdir” yazıyor. Çok inandırıcı olmasa da mesajı çakmış babalar.
Hemen okul giriş kapısında bir amca su satıyor ve bir adım sonra arandığınız polis kontrolünde sudan kalan bozuk parayı koca bir koliye atıveriyorsunuz. Öyle bir koli ki; ağzına kadar demir para ile dolu. Benimse tek düşündüğüm; o paralar sonra ne oluyor?
İçeri girebilmek için ise; 3 kişi üzerinizi arıyor, bir kişi de kimlik-sınav kağıdı ve yüzünüz arasında mekik dokuyarak analizinizi yapıyor. Benim gibi her fotoğrafı farklı tarzda olanlar için bu durum biraz uzayabiliyor tabi.
Ardından sınıfı buluyorsunuz ve tahtada koca bir yazı karşılıyor sizi. Sınav saati 10:00, ilk 120 dk ve son 15 dk çıkmak yasak… “Nasıl ya? Ben 2 saat ne yapacağım burada? Ölürüm sıkıntıdan. Patlarım. Dar gelir her yan.” Diye geçirseniz de içinizden, çişe çıkmak bile yasakmış artık öyle diyorlar. Yap altına anasını satim.
Sıranızı bulup oturuyor ve hayatının yarım gününü orada geçiren öğrencilerin sıra mesajlarını okuyorsunuz. Geçmiyor. O, zaman geçmiyor. Görevli öğretmenlere de öyle saçma işler vermişler ki; hayretle izledim. 5 kere geldi kadıncağız masama ve her seferinde başka bir uygulama.
Sorular geldi, saçma kodlamalar yapıldı ve sınav başladı. Paragraf gurmesi olduğumu da o anda gördüm. 10 dakikada 32 soru çözdüm. Bir kız stresten sürekli masayı silerken, bir çocuk dua etmekten sınava başlayamazken ben sınavı bitirmek üzereydim. Saçma sapan bir sınav süresi işte.
Sorular da oldukça kolaydı doğrusu. Tek sıkıntı 120 dakika kuralına mahkum bırakılmaktı. Bu yaştan sonra üniversite yollarını düşünen kendime ve değişe değişe iyice çorbaya dönen sisteme bir tutam küfrü yağdırdım ve devam ettim olgun yaşantıma.
Allah sınava giren tüm masum ve tedirgin gençlerin gönlüne göre versin…Keyfini çıkarabildikleri günler yaşamaları umuduyla…