Fazla güçlü görünmüşüm insanlara. İstemeden de olsa yüzlerine vurmuşum kendi güçsüzlüklerini. Korkmuşlar, istememişler, sevmemişler… “Ben, böyle güçlü ve inatla dik duran birinin yanında fazla küçüldüm” demişler. Desinler. Sevmesinler de. Savursunlar en hadsiz, en kabulsüz, en kavruk sözlerini. Üzülmem ki…
Hayatta her şeyi görmüş birini neyle tehdit edebilirsiniz ? Ne korkutur bu denli net birini ? Yanılmışsınız. Yalnızlığı sevmeyi, sizden çok daha önce kendine öğreten birini, bununla mutsuz kılmaya çalışarak en lüzumsuz saçmalığı uygulamışsınız. Koskoca kalabalık içinde bile hep mesafeli duran birine, “sen asla vazgeçilmez değilsin” hallerini herkesin gözüne gözüne iliştiren birine; yalnız kal da, üzül diyerek fazla gülünç kalmışsınız.
Korkmuyorum… Ayakta duruyorum dualarla. Anneme sığınıyorum bazen. Milyon kelime ve yaşanmışlık içinden pirinç ayıklarcasına kenara koyuyorum en kötü olanları, sonra başlıyorum anlatmaya. Bakıyor yüzüme. Nasıl olur diye içleniyor o da. Sen ki; … diye başlayacağı tüm cümleleri ilk andan itibaren sonlandırıyorum.
-Yapma Anne; kırılmadım, şaşırmadım, yılmadım, yılmam. İnan bana. Yoruldum sadece. Daha doğrusu zamanında çabaladığım tüm emekler daha şimdi dizildi önüme ve onlara bakarken anladım ne kadar da gerek dışı ağırlıkların altına atladığımı. Nasıl anlamsız koruyuşlarla, halkını savunan bir imparator gibi sert tepkiler verdiğimi daha yeni farkediyorum. Başkaları için kendimi öne attım hep. Yapmamalıydım diyeceğim bir şey varsa geçmişe dair, sadece budur işte. Ama sen sıkma canını anne. Mutsuz değilim. Suskunum biraz, dediğim gibi epeyce de yorgunum. Kabul etmem gerekti bazı şeyleri. Ettim. Şimdi yine dik duruşumu, umursamaz ruhumu, ilk sıraya kendimi koyuşumu yüklendim ve daha dinç, daha inançlı, aslına bakarsan biraz da hırslıyım.
Ben, henüz filizken ucu gözükmeyen bir toprağa atıldım. Hunharca. Ne yapmam gerektiğini bilmeden. Sulanmadım, bakılmadım, budanmadım. Büyüttüm kendimi bilinçsizce. Büyürken de yeni tohumlar aldım elime. Beraber büyüyelim dedim. Toprağın her köşesine bir fidan ektim. Bazen tam ortasında kaldım fırtınanın, bazen de durmayan şiddetli yağmurların. Daha yeni dallarımı çıkarırken yine de ellerimle ektiğim fidanlarımı yalnız bırakmadım. Hep gövdemin korumasına aldım onları. Ne hortumlardan etkilendiler, ne sele kapılıp gittiler. Bir yandan büyüdüm, çınar oldum; diğer yandan pek çok ağaç yetiştirdim bahçede. Bahar geldiğinde, bittiğinde afet günleri geçtim karşılarına ve verdikleri her meyve, açtıkları her çiçekle gurur duydum, kabardım, gülümsedim. Biz birlikte büyüdük, birlikte güçlendik, şimdi meyvelerimizi yeme vakti dedim. Yiyemedim. Kendi ellerimle ektiğim, her koşulda siper görevini üstlendiğim, nakış nakış işlediğim tüm ağaçların birden en sevmediği oluverdim. Şaşırdım. Ben ektim, ben büyüttüm, ben şekillendirdim ve onlar meyveleriyle yıkmak istediler beni. Önce bunu düşündüm, sonra baktım kendime. “Boşver” dedim. Her canlı bir gün elbet gidecekse bu dünyadan, neden üzüleyim ki fani duygulardan.
Şimdi çok daha sertim. Duvarlarıma duvar, kapılarıma kapı ekledim. Açılmaz kilitlerim, göstermeyeceğim iyi niyetlerim var. Gözlerinde ve zihinlerinde nasılım, kiminle – nerede – ne konuşuyorlardır ben ve yaptıklarımla ilgili, hangi duygu barınıyordur içlerinde ve sözlerim nasıl şekilleniyordur fikirlerinde hiçbirini bilmiyorum. Merak da etmiyorum açıkcası. İnatla kendimi büyütmeye devam ediyorum ve seyrediyorum… Ben -a- derken, nasıl -z- olarak anlaşıldığımı, bir şeylerin lafını ederken amacımın çok daha başka algılandığını, gözüme baka baka yapılan hadsiz yorumları ve daha pek fazlasını oturduğum köşemden an an seyrediyor, kaydediyorum…
Fazla netmişim ben. Fazla bilmiş. Fazla görmüş. Fazla okumuş. Fazla gezmiş… Bilmediğim o kadar çok vasfım, öylesine büyük çabalarım ve egolarım varmış ki, kendime dahi çaktırmamışım demek. Bir gün stil ikonası olmuşum gözlerde, bir gün kültür mantarı gibi dolanmışım, kendimi siper ettiğim tüm afetleri unutarak adımı egoist yönetici koymuşlar ve gücüm karşısında susmak zorunda kalanların en büyük korkusu olmuşum da; kenara çekip insanları benimle konuşmamaları için tehditleri savurmuşlar herkese. Gülümsüyorum ve üzülüyorum. Körelen ruhlara, kapanan kalplere, siyahlaşan zihinlere fazlasıyla üzülüyorum.
Yüzünü görmek istemediklerime, kısa bir süre sonra “Seni Seviyorum” diyemediğim için, sizi size çaktırmadan herkes ve her şeye karşı koruduğum için, siz rahat uyuyun diye gecelerce uykusuz kaldığım için ve asla ruhumu kötü duygulara bırakmadığım için beni sevmeyen herkese ayakta alkışlı bol teşekkürler. Siz olmayın ki yanımda ben daha güçlü olayım, bir kez daha gururlanayım kendimle ve aynaya baktığımda yüzüme, her çizgimde bir dik duruş var diyebileyim.
Kimi sevmiyorsam geçen günlerde şimdi sevmiyorum yine, beni dinlerken daha diğerlerine kelime kelime sözlerimi taşıyanları da biliyorum; her anında ben olmayı arzulayıp, olamadı diye saldırganlaşanları da ve yalnızlıktan öylesine korkup, öylesine yanaşma halinde çırpınan birinin kime, neden sığındığını da… Herkesi tek tek, nice nice görüyor, duyuyor, biliyorum. Ama geleceğim var benim avuçlarımda, inançlarım, çabalarım, birikimlerim… Sevdiğim bir adam, taptığım bir ailem ve gurur duyduğum kişiliğim var.
Ne bir başkası olmak için didindim, ne bir başkasına sevmediğim halde sevdiğimi söyledim. Ben benim. Net, gıcık, sinirli, fazla özverili, nankör sevici, koruyucu, kazık yiyici, yine de güçlü, yine de hırslı, yine de inatçı. Sadece Ezgi… Ne sizdenim, ne siz ben gibi…